Bebekler dünyaya geldikleri ilk andan itibaren bakım verenlerinin onların ihtiyaçlarını hemen karşılaması onlarda inanılmaz bir narsistik güç yaratır ve kendilerini dünyanın merkezi olarak görürler. Acıktıklarında hemen doyarlar, altları pislendiğinde hemen temizlenir, üşüdüklerinde hemen ısıtılırlar. Yani herşey bir ağlamalarına bakar. Bebeğin ihtiyaçlarının hemen karşılanması durumu bebeğin bakım verenine güvenli bağlanabilmesi için oldukça önemlidir. Özellikle bir yaşına kadar bu ihtiyaçların oldukça hızlı karşılanması gerekir. Ancak bir yaşından sonra bakım verenin bebeğin ihtiyaçlarını karşılamayı biraz bekletmesi bebekteki o narsistik gücün biraz kırılmasına neden olur ve bebek aslında dünyanın merkezinde kendinin olmadığını, her şeyin kendi için var olmadığını zihinsel olarak anlamaya başlar. Burada önemli olan şey bakım verenin bu ihtiyaçların karşılanmasını geciktirmesi durumu bebeğin kaldırabileceği şekilde bebeğe deneyimletmesidir. Örneğin bebek acıktı ve ağlamaya başladı ancak bakım verende yemek yapıyor ve hemen onun ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Bu bekleme süresi 5 dakika 10 dakika gibi kısa süreli olarak bebeğin kaldırabileceği şekilde olmalı. Eğer bakım veren bebeğin ihtiyaçlarını saatlerce karşılamaz ise bu durumu bebek kaldıramaz ve gereğinden fazla kırıldığı için doğuştan getirdiği narsizmi olduğu gibi korur yani dönüştürmez. Diğer yandan bakım veren bebeğin ihtiyaçlarını bebek 2, 3 yaşına gelse bile hemen hiç bekletmeden karşılarsa çocukta hiçbir kırılma olmaz ve çocuk doğuştan getirdiği narsizmin hala devam ettiği düşüncesine kapılır ve bu durumda da çocuk sağlıklı bir narsizm geliştirmemiş olur. Yani bebekte gereğinden fazla kırılma yaratmak da hiç kırılma yaratmamakta çocuğun doğuştan getirmiş olduğu narsizmin sağlıklı gelişmesini engellemiş olur. Burada olması gereken şey ise Heinz KOHUT’ un kavramı olan optimal kırılmadır. Yani çocuğun kaldırabileceği şekilde ona kırılma yaşatılması gerekir ne gereğinden fazla ne gereğinden az.

Kırılma Yaşamamış Çocuklar

İstedikleri her şeye hemen sahip olmuş, evlerinin prens, prensesleri gibi yetiştirilmiş hiçbir kırılma yaşamamış çocuklarda en net gözlemlenen şeylerden biriside okula gitmek istememeleridir. Bu çocuklar yaklaşık 6-7 yaşlarına kadar bulundukları ortamların en özel ve önemli kişileri olmuşlardır. Ancak okula başlama ile beraber sınıfa girdikleri ilk andan itibaren onların önemli ve özel olma durumları son bulmuş olur. Çünkü o ne kadar önemli ise sınıftaki herkes de o kadar değerli ve önemlidir. Öğretmen sınıftakilere nasıl davranıyorsa ona da aynı şekilde davranıyordur. Yani onların sınıfta hiçbir ayrıcalığı yoktur. Bu şekilde yetiştirilen çocuklar ilk kırılmalarını çoğu zaman okulda yaşarlar ve bu onların hiç hoşuna gitmez ki bu yüzdendir ki çoğu zaman okula gitmeyi, okul ortamında bulunmayı reddederler. Bunun dışında bu şekilde yetiştirilmiş çocuklar yetişkin olduklarında da bulundukları ortamın en önemli ve özel kişisi olduklarını düşünür ve çevresinden de kendisine karşı o şekilde davranılmasını beklerler. Eğer çevresi ona bu şekilde davranmazsa ya çevresini aşağılar ya da o ortamda bir daha bulunmaz. Ayrıca yaşadıkları ilişkilerde de sürekli olarak çatışma olabilir ve çoğu zamanda uzun süreli ilişkiler yerine kısa süreli ilişkiler olabilirler.
Hiçbir kırılma yaşamadan yetişen çocuklar, yetişkin olduklarında en ufak bir kırılmada ani tepki gösterirler. Örneğin, karşısındaki kişiden bir şey ister ancak karşıdaki kişi istediği şeyi yapmak istemez ve ‘’hayır’’ cevabını verir. Bir çoğumuz bu durumla yaşantımızda pek çok kez karşılaşırız ve çok fazla üstünde durmaz kaşımızdakinin kararına saygı gösteririz. Ancak optimal kırılma yaşamamış bir birey bu duruma çok fazla takılır. Bu durumda çok öfkelenebilir, karşıdakini aşağılayabilir, duygularını çok yoğun yaşayabilir hatta depresyona bile girebilir. Çünkü aslında o ‘’ HAYIR’’ cevabı onun için bir kırılma olmuştur hem de gereğinden çok fazla büyük bir kırılma ve bunun verdiği acıya dayanamaz. Bu şekilde yetişen çocuklar çoğu zaman hayata hazır olarak yaşamlarına devam edemezler. Çünkü hayatın kendisinin bir gerçekliği vardır. Bazen istediğimiz şeyler olur bazen olmaz. Her istediği olan kırılmamış çocuklar hayatın gerçekliği ile temas ettiklerinde canları çok yanar ve en ufak durumda bile kırılabilirler.

Kırılma Yaşamış Çocuklar

Birde hiç kırılmamış çocuklar ise tam tersi olarak gereğinden çok fazla kırılmış, ihmal edilmiş çocuklar vardır. Bu çocuklar da erken yaşlarda deneyimledikleri ihmal edilmenin vermiş olduğu acıya dayanamadıkları için doğuştan getirmiş oldukları narsizmi dönüştürmez ve ilkel hali ile korurlar. Ayrıca bu kişiler çoğu zaman ihmal edilmişliği, görülmemişliği, değersizlik duyguları ile baş edemezler ve bunu çevresindeki bireylere yansıtırlar. Bu kişilerle sohbet ettiğinizde çoğu zaman kendinizi değersiz, yetersiz, beceriksiz hissedersiniz aslında bu durum çoğu zaman sizin duygularınız değil karşıdakikişinin duygularıdır. Böyle problemi olan kişiler uzman bir psikolog ile danışama hizmeti alarak tedavi olabilir.
Son olarak toplamak gerekirse bir çocuğu prens ya da prenses olarak yetiştirmek de kurbağa olarak yetiştirmek de çocuğun doğuştan getirdiği narsizmin sağlıklı gelişmesini engeller.

 

Mustafa ÇALIŞKAN